21 Kasım 2011 Pazartesi

Üzerimde senden daha şık duracak bir ecel tanımıyorum.


rüya yorumlamak

Saat kullanmıyorum ben, epey geçmiş olmalı.
Sol bileğimdir ki o; “Ne ararsa kendinde arar”
Kirpiklerime konan saydam kuştan anlıyorum, yüzünü aya dönmüş. Gagasında iyimser küfürler…
Gece olmuş, gecenin körü.
Körüz.
Görme yetimi kaybettiğimde, gözüme sen dolmuştun.
Seninde ben.
Göz bebeğim hala sen.
Aynı kuştan senin gözüne konuyor ya, bir kez daha ikna oluyorum sevginin soyadı senin adın.
Bak işte sende ağlıyorsun, kafan ve kafam birbirine karışmış.
Gözyaşının tadını bilen de bi tek benim.
Üzerimde senden daha şık duracak bir ecel tanımıyorum.

Uzağa bakınca gökyüzüyle dünyayı birleştiren bir çizgi var ki;
Dudağının bitimi yanında, kendi isteğiyle sömürge altına girmiş bir devletin sınır çizgisi gibi kalır.
Kadıköy’de bir burun var ki;
Benim burnum kadar soğuk, üşümüş ve kırmızı.
Yanağına yüzümü gömdüğümde, göz çukurunu üşüten var ya hani...
Fransız şarabıyla, arada kalanları eritmek için var edilmiş.
Sayılı günlerim kaldığını bir sen, bir de ben bilmiyoruz.
Ben ölürsem, bu soğuklukta biter.
Dibimde de olsan mesafeler en uzaktır, nasıl yakınsındır biz hariç herkese muamma.
Dalga sesleri seni beklerken çığlık atıyor, vapurlar yolcuları boğaza inci gibi diziyor.
Ölüyorlar bak görüyor musun?
Ben daha doğmamış bir bebektim değil mi?
Enseni görebiliyorum.
Gitmemen için kaç mermi biriktirdim halbuki.
Ama sırtın, bana tual ve ben kırmızıyı senin uykusuz gözlerinde sevdim.
Nasıl boyarım seni kan kırmızıya?
Nefesim ensende, sen uzaklaştıkça boğuluyorum.
Aramızda ki boşluğu iterek kapatmaya çalışıyorum.
Bana ayrılan zamanı doldurmak üzereyim ve tamamladığım mesafe üşüyen elimi koynuna soktuğumda ulaştığım kadar.
Kelimelerim peşine takılmış, en güzel sende duruyorlar.
Aslında beni terk ediyorlar.
Bir adım daha atarsan çok yalnız kalacağım.
Sol elimin yüzük parmağı kadar uzun ömrüm,
Adının yazıldığı kadar sonsuz.
Sayfalarımızı yırtma onların suçu yok.
Biz ne uykulardan uyanmıştık.
Arkanı dönersen, gözgöze gelene kadar kaç insan ölmüştük.
Eğer şimdi bir adım daha atarsan, defterimi tenine gömecekler.
Tebessümüm bile senin dudağına denk gelen mesafede hiç dokunmadan yer değiştiriyor.
Dur adım atma!
Adımı atma!
Üzerime neler yağıyor bak,
Üzerimize neler oynanıyor.
Çıplak ayağının ahşap zeminde çıkardığı ses kadarım,
Bir adım daha atarsan, bütün evler yıkılır.
Ki sigaramı yaktığım kibritlerle dünyayı yakarım!
Aşk için yapılırsa, Allah hesap sormaz.
Bu yolda her yol mübah.
O yola bir adım daha atma!
İntihar teknikleri için bir kitap yazılmamışsa, sakalına dokunup bundan mahrum kalan olmadığı için yazılmamıştır.
Bak ben daha neler yazdım.
Ben 22 yaşında kocaman bir çocuktum ya,
Sen de henüz doğmamış bir bebeksin, kandırmışlar seni.
Saçlarım bir tek sana ninni, göğsün bir tek bana kuş tüyü yastık.
Gidiyorsun.
Sesimi sol cebinde kaybettim,
Kırmızı Winston kutunun hemen yanında.
Gitme demek için onca cümle.
Adım attıkça uzuvlarım çürüyor.
Gitme!
Gittin!
Gitti
?

Belimde çelik halatlar, rıhtıma bağlanmışım.
Peşinden gelemiyorum.
Sorulara tâbi tutuluyorum.
Sorunlara.
Gözlerim sıkıca kapalı.
Aralıyorum.
Üzerimde siyah bir hırka.
Hava yumuşuyor.
Belimdeki çelik halatlar, ete kemiğe bürünüyor.
Tanıdık bir koku.
Arkamı döndüğümde,
Hem ecel, hem ilah-i aşk.
Sakallarına yüzümü sürüyorum.
Sıcaklığın cennet.
Kabusuma tanıklık et.
Benim dünyayla olan tek bağlantım çelik halatlarım.
Çelik halatlarım da senin kolların.
En ikna edicisidir:
Kolumdaki kaderin diş izi.

Rüya yorumlamak, yorulmamak.




13 Kasım 2011 Pazar

Yazmazsam ölürdüm anı.

"Eğer akrebin etrafını ateşle çevirirsen, akrep kendini sokarak öldürür."

İntiharıma ışık tutun!
Menşei olmayan düşüncelerimin göbeğine bayrak diken adam, hayal kurmamın sebebisin.
Patlamayı unutmuş bomba gibi. Hayallerimi kurdum, pusuya yattım.
Ne bu şehir, ne bu oda hiçbirinin beni kabullenmemiş olması senin kabulüne ittiyse beni, itme beni!

Ölenler bile ölü taklidi yapıyor. Ruhumu geri verecek olan neresi?
Haydarpaşa mı? Biralar mayalanan o yokuş mu? Yoksa çift katlı bir otobüsün çatlak camından giren soğuk hava mı? Yoksa yılların gülmemişliğinin hıncını alan bir şişe şarap mı?
Senin dudağın bir tek benimle kıvrılır.

Ama her kaybettiğim savaşta diyorum; "Elif, sen hiç sevilmemiştin değil mi?"
Benim savaşım kendimle, senin savaşın benimle.
Birbirine dolanmış halat gibiyiz. Düğümlü, gemici düğümü.

Bazen senden başkasının anlamayacağı cümlelerim var benim.
Kaybettiğim her uzvum yeniden yerine geliyor bir akrep misali.
Ama ben kullanmayı çoktan unutmuş oluyorum.
Yanlış sofradayım sevgili, kurtlar bana dost değil.
Geri gel, beni ekmek için zaman erken.


14 Ekim 2011 Cuma

Bekle bi, elimin hamuruyla aşk yapıyorum sana.


01:17'den bildiriyor.
Kısa kesilmiş bir sahnenin, nefesi yetmeyen başrol oyuncusu.
Kulak tırmayalacak kadar tiz ve gizli tını.
Anlatacakları ve karnı kadar tok değil ses tonu.
Ve aşık bir kadının sesi kadar titrek.
Bilhassa aşık kadın.
Ta kendisi.

Her yerinden silseler seni,
Saçı, senin sakalına karışmış kadının.
Tırnak aralarından etini temizleyemezler ve sadece sana uzatılmış tırnakları.
Dokun!
Bir vapur balkonunda sırtını iki pencere arasında sağlama alıp, ayaklarını ve aklını ölümle tehdit eden kadın.
Ve her "Küçül!" dediğinde, biraz daha küçülüp kolunun altına sığınanda aynı.
Ağlayarak terketmiyor sahneyi, ağlayarak selamlıyor seyirciyi.

İçi dışına çıkmış.
Gözleri avucuna akmış.
İçi yoğun bakımda.
Elleri otopsi mağduru.
Kendini gebertmek ile öldürmek arasında sıkışmış,
Kapına astığın "Vurmadan girmeyin!" yazısını,
Tamda saat 12'den iki el ateş edip, vurmuş!
İçine girmiş!
İnkar edemezsin!

Sen gidersen dünya durmaz.
Dünya durursa, sen gidersin.

Bekle bi, elimin hamuruyla aşk yapıyorum sana.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Asla okunmayacak, okunsa da anlaşılmayacak mektuplar -II-


Bu ikinci merhabam sevgilim. Hal hatır sormayı geçiyorum hemen.

Telefonuma bakmayalı baya oluyor sanırım. Baktığım da 3 mesaj (2'si banka) 1 tane de cevapsız arama vardı. Cevapsız bıraktıklarımdan biri idi. Odam karanlık sen iyi biliyorsun, iki mumla aydınlanıyordu. İçim karanlık onu da biliyorsun, sen içime bakınca aydınlanırdı. Şimdi karartan bakışlardan kaçıyorum, aklımın trafoları bozuldu. Kaçak elektrik kullanan, gece kondu semti gibiyim. Belediye girdi ve dağıttı kaçak yapılarımı.

Seninde sevdiğin bir şarkı çalıyor. Bende aynanın karşısında bağıra çağıra eşlik ediyorum. Senin sevdiğini biliyorum. En tiz seslere çıkıyorum biliyor musun?

Çok ağlamaklıyım, ama bir şeyler beni güldürebiliyor yine de. Örneğin; bazı fotoğraflarımız işte. Onlar yüz kaslarımı çalıştırıyor.

Sensiz gezmeyi sevmiyormuşum ben, oturduğum kaldırımlar üzerimi kirletiyor. İçtiğim su da aslında zehir gibi.

Sürekli kendime saldırıyorum. Hatalarımı saman kağıtlara yazıyorum. Aştıklarımı gemi ve uçak yapıyorum. Ben tembel hayvandım ya. O günde 20 saat uyuyormuş. Ben 20 saat uyanığım. Yağmur yağdı, ben çıkardım bütün kışlık abalarımı. Islandım, sırılsıklam oldum. Yemek yaptım, çay demledim. Demiştin ya "ikisi aynı anda doldurulmaz köpürür" o günden beri, köpürtmüyorum. Yoğurdun kaymağını hemen sıyırıyorum. Leblebi helvasını hala merak ediyorum. Midem hep ağrıyor sen yokken, hep kusuyorum. Zayıfladım diye beni sevmeyeceğini bile düşünüyorum. Hayatında hep kaybetmişse insan, büyük pes etmişse karşısındakinin de son şansı çıktığında bunu damarlarının içinde hissederdi. Ben seni kazanamazsam, ben dahil herkes kaybedecek.

Hele sensiz uyuduğum uyku, ölümün denemesi gibi. Sol tarafında uyuyup, korkunca kolunda uyanmazsam, irkildiğimde bedeninle sevgin arasında sıkıştırıp kendini hissettirmezsen uyku yok. Uyurken arkamı dönünce omzumdan öpmezsen sabaha kangren uyanıyorum.

Biz burnumuzu bile beraber çektik, sen benim gözümü silerken, benim elimde senin yüzündeydi. Hıçkırığımız bile eşti. Şimdi gözyaşımı da alıp, (eğer varsa) öbür dünyaya gitmek istiyorum. Bu yokoluşu bir tek sen anlayabilirsin.

Gülmeliydik biz aslında. Hep güldürebilmeliydim. Şarap içip, kahkahalar atmalıydık, sevişirken aklıma gelmeliydi bütün tuhaflıklar. Sen ki benim göz bebeğimi bile öpen Adam'sın. Kirpiklerini dudağımın arasına aldımdı. Kirpiklerin bile sıcaktı Adam! Yüzünün bütün coğrafyasına bayrağımı diktim ben. Boynum bir tek sana uzun yol.

Dünyayı sikeyim! Bırak başkaları kurtarsın burayı. Sen beni öpersen herşey geçecek, bilmiyor musun?

Elimi tutsan yeter..

Çok değil gerçekten, azıcık sevsen yeter.


15 Eylül 2011 Perşembe

Yanında uyanıp, ölmem gerek. Huzuru kokunda ararım, böyle mutlu son olur.

13 Eylül 2011 Salı

En güzel şarkıdır sesin, ilahi aşk makamında..

11 Eylül 2011 Pazar

Kansızlık en belirgin hastalığım.
Bembeyaz tenim, hoşgeldinsiz.
ve kanımın kaybolması stabil durumumu zorlaştırıyor.
Ölümün kıyısında ayak sallarken,
sulu boya ile boyanmış bir resmin,
kırmızılarını alıp damarıma enjekte ediyorum.
Ellerin değiyor içime.
Hissediyorum.

Asla okunmayacak, okunsa da anlaşılmayacak mektuplar -I-




En samimi ve duyulmayan merhabaların ilki.

Sürekli kitap okuyup, değişik videolar izliyorum biliyor musun?
Sürekli yazıp, ellerimi çiziyorum. Çünkü sen ellerimi çok severdin biliyorum.
Amelie Soundtrack'leri dinleyip, asla gerçekleşmeyecek hikayeler yazıyorum duyduğum her notaya.

Binalar yüksek sevgilim, kuyular derin.
İntihar etmek değil mesele, ben öldüğümden beri gündem değişti nedense.

Oralarda bir yerde birilerinin "Nasılsın?" sorusuna, "İyiyim." dediğini biliyorum.
Beni özledin bunu da biliyorum.
Çünkü ben seni çok özledim.
Çünkü sen bensin.
Seni kaybedeceğimi anladığım o çizgi de kendime duyduğum özlemi de fark ettim.
Giderayak bana yaptığın iyilik.
Ben dua ederi'z'.
Ah kocaman bebeğim.
Sigarayı azaltmaya çalışıyorum dedim ya sana, ı-ıh çoğaltıyorum.
Boğazımdaincehırıltılarvar.
Kulağımdakısıksesinvar.

"Senin için ne ifade ediyorum?" karmaşasıyla, oturduğum yerden kendime ahkam kesiyorum.
En iyi yaptığım şey kendi hasta düşüncelerimi dinlemek-
Ve bir müddet Nilgün Marmara okuyup, intiharın eşiğini süpürmek.
Avuçlarım sağır ve dilsiz doğan bir çocuğu buyur ediyor.
İçimdeki çocuğu ciddiye alıyorum ben.
Onun da sesi çıkmıyor.
Düşünsene bi?

Bir şeyler acıyor, ipin ucunu tutunca yokluğuna çıkıyor.
Hangi ara gitti bu acıtanlar?
Devam edebiliriz, kilometrelerce yürürüz.
Kaldığımız yeri ne kadar geçtik?

Sen ki; huzur.
Rahatlamaya ihtiyaç duyduğum zamanlarda yatağımdan sonra aklıma ilk gelen.
Hele uykum yoksa, yatağımdan bile güzel.
(Ve benim hiç uykum yok.)

Anlatacak şeyler biriktiriyorum sevgilim.
Bir kısmı hafızamda, çok az kaldı.
Big bang sonrası, kelime yağmuruna.
En sevdiğimdir : Eylül.

İlk sinemamızda koltuk numarası 9 olsun diye dua ediyorum.
Yakınlarda bir yerde karşıma çık.

Bir de şey..
Benim için olmasa da, sen uygun bir şeyler bulup sırf bunun için kendine iyi bak.

İyi geceler, yine görüşeceğiz.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Yüreğin ağrırken geçiremezsin sancılarını, başkasının bel ağrısı bir öpücükle yok edilir.
Hesap sorar sana o başkası, der "insanlar kötü."
Beklersen ağrın dinecek.

cephanelik.

Sadece yazmak...
Yapabildiğim tek şey bu.
Bir melek değilim ve kanat kamuflajımın altı cephanelik dolu.
Cephaneliğim, kelimelerim.
Beni affetmesi gereken tek bir kişi var.
Ağzı barut kokuyor, aklıma bir sürü kurşunlar sıktı. Aklım ağzımdan, başıma geldi.
Sadece beni seyret.

9 Eylül 2011 Cuma

Eline büyük gelen susturuculu bir silah sesi veya bir tank gibi kuvvetli ve heybetli adamın kulak dibindeki hırıltılı sesi.



Biraz öfkeliydi kadın,aynaya bakınca öfkesi dudak kenarındaki ve göz çevresinde ki çizgilere odaklanıyordu.
Çünkü mutluluk kırışıklıklarını su ve tuz karışımıyla doldurmuştu. Yüzünden çıldırıyordu!
Anlatacakları kadardı kendine susması, kendi sesini unutmuştu.
Yakılacak mumları olmayan bir doğum günü pastası gibiydi, üzerine sigara yaktığı..
Canını yakıyordu veya aklını kaçırıyordu!
Sert birşeylerdi aklından geçen.
Eline büyük gelen susturuculu bir silahın sesi yada bir tank gibi kuvvetli ve heybetli adamın kulak dibinde ki kısık-hırıltılı sesi gibi.
"Eğer bir yatakta ölü bulunursam?" diye düşündü, ilk annesi üzülecek, sonra herkes duyacak.
Yüz ifadelerini göremeyeceği için yattığı yataktan kalkabilmeyi umdu.
Bir battaniyenin kokusu umuduydu nasılsa.
Burnu akan iki sevgilinin limon ve ıhlamuru ummasıydı bir battaniye altında
2 şişe şaraptı, ucuzundan kafa kaybettirip, kafa bulduran.
Kahkahalı bir ilan-ı aşktı ve korkuydu.
Bir şarkıyı ezberler gibi, kendine beddua beğeniyordu dillerden.
Tek başına sırtlandığı, üstlendiği ve kırbaçlandığı bütün kötü hisleri benimsedi.
Zaman geçmiyordu. Şimdiki zamanı sindire sindire yaşıyordu.
Fırsatlar topuklarını kıçına vura vura kaçıyordu.
Fırsatları bileğinden yakalamak için kendinden geçiyordu, içinden geçiyordu.
Sadece bir el.
Uzanabilecek tek bir el vardı.
Yapılmamış kardan adamın anlamını barındıran tek bir el vardı uzanabilecek.
Tırnakları çok terbiyesizce uzamış ve ağzı kadar bozuk kırmızı ojeleri.
Evet, elleri vardı kadının.
Hava soğuyunca güzelleşen ve moraran.
Ölmüştü ama gömülmeyi reddetti!
Düzeltmesi gereken ve sorumlu olduğu bir hayat,
Hayatın eşittirine koyduğu bir adam vardı.
Bekle kadın!
Ay kapılarını açacak!
İçindeki küçük kıza kıyama ve elinden tut!
Ay'da oturup bir bardak çaya bisküvi batırıp, aşağı tüküreceksiniz.
Bekle kadın!
Ağzı barut kokuyor.
Adam elini sana ısıtıyor, gelecek zaman yakın.


6 Eylül 2011 Salı

Allah Beni Affetti.



Suskun kalmayı kendime yediremedim,
Ama içime yedirdim!
İçimi seninle doyurdum..
Şimdi ağzımı bıçak açmıyor.

Eğer bir daha açılmazsam;
Kadıköy güneş ışığı ile yanacak..
Denizler çekilecek,
Vapurlar Eminönü'ne kimseyi geçirmeyecek, herkesi düşman belleyecek!
Sunay Akın oyuncaklardan vazgeçecek,
Futbolcu kartları asla varolmayacak
O çok sevdiğim barbie intihar edecek
ve kimse o tren yolculuğunda Elif'e varmak adına birbirine teklif etmeyecek..
Çünkü bir daha ağzımdan çıkan kelimeleri sana duyuramazsam,
Sevgiyi ellerimle öldüreceğim.

Tek başına sadece senden kalanları,
Yataklı bir vagonda odama sıkıştırıp,
Burayı ve aklını terkederim.

Ama belki(n'olur);
Gözyaşlarımla denizleri doldurup,
Saçlarımı uzatarak güneşi örtebilirim.
Ya da aklın yolu bir,
Sen beni öpersen herşey değişir..

Sigaram hiç bitmez,
Limonlu birayı bir tek ben severim.
Ve dudağının kenarından bir tek ben şarap içerim..
Kucağında uyuyabilecek tek dev benim.
Aynaya bak,
Kimi göreceksin?
Pişmanlığın eşittiri benim.
Pişman olmakta benim.
ve ben aynı zamanda sensizim.

Şimdi yalnız kal ve benim suskunluğumu dinle,
Ben battaniyenin altında zehirleniyorum.
Belki seni son kez çoktan gördüm,
Belki seni yeniden görüp,
Saat 11 yönünde parmak uçlarımda boynuna selam edeceğim.
Ve kovulduğum "AY" belki beni yeniden buyur edecek.,
ve oraya adım atan ilk-tek katil beni yeniden öldürme şerefini omzumu öperek bana verecek.

Allah beni affetti.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Bütün harflerin kalbini kırdım, son bölümü eksik kitap gibi. Başarısızlıkla dolu bir biyografinin, jübile kısmı gibi.




Akşamdan kalma göz çukurlarım ve makyajım ağlamış.
Öfkem kirpik aralarına saklanmış, korkak bir tavşan gibi.
Ağlamaya muhalefetim, bir ordu kumandanının kararsızlığı kadar.
Koklasam ağlarım.
Çantamda biraz bozuk para ve sana istediğin kitabı almak için biriktirdiğim kağıtlar.
Dudağımın sol kenarında bir sigara ve tek bir hamleyle kırdım kalbini izmaritin.
Kansere çare bulmuş bir bilim adamı gibiydim, sana sahip olduğumu idrak ettiğimde.
Sanki başka hastalık yokmuş gibi...
Çaresiz hastalık bendim aslen.
Elini tuttuğumdan beri, büyümeyi öğreniyorum.
Bisiklete binmeyi bilmemek gibi, senden öğrenmek gibi.
Elin belimdeyken, herşey yolunda;
Sürmem için bıraktığın da eksiklik gibi.
Zinciri atmış gibi.
Yolda kalmış gibi.
Çok yol almış ve yalnız kalmış gibi.
Özgürsüzlük gibi.
Kağıtsız ve kalemsiz ömür gibi.

Anlık gafletler ve inci mercan.
Annemin kolyeleri ve benim misketlerim.
Ne zaman mermi oldu avucumdakiler?
Oyundu, lades tutuşmak için boynumu sundum.
Sonra hislerimi yumruğuma gömüp, kalp kapakçığını sıkıca kapattım.
Sonra en iyi cerrahının eline düştüm.

Hiç sevmediğim elma şekeri gibi.
Adem ile Havva gibi.
Havva eğer elma şekerini tanısaydı, hiç günahkar olmazdı.
Onun yüzünden dünyayı boynuzlarında taşıyan inek, boşluğa fırlatıp domalmazdı ona.
Yazının anlattığı ve gidişatıyla ilgili hiçbir fikrimin olmaması, ne yaptığını bilmemek.
En sevdiğinden vazgeçmek gibi.
Mürekkep kokusu ve göz yaşı gibi.
Kağıda düşen kül gibi.
Gömleğimde ki çimen lekesi ve ayakkabımda ki kan lekesi gibi.
Bildiğini söylediğinin, kabul ettiğini sanılması gibi.
Kıskanç histerik bir kadın gibi.

Anlaşılmak kadar uzun saçlarım.
Benjamin Button gibi, altımı ıslatmama çok az vakit var.
Beni sevecek misin?
Ağlamak gibi, burnumun tıkanması gibi.
Omzun gibi, yüzüme uygun tasarlanmış boynun gibi.
Uyumak gibi, yastığın soğuk tarafı gibi.
Sesim 3. sayfa haber manşetleri gibi.
Kurulmayan saatin alarmı küfür gibi.
Kocaman bir barbie evi gibi, sahip olamamak gibi.
Renkli oje gibi, sonra tırnak yemek gibi.
Bir piyano içinde yaşamak gibi.
Öğrenmek gibi.

Seviyesiz diyafram hareketi, alıp veremediğim nefesim.
Ve ciğerlerim mahalle kahvesi.
Haşlama çay gibi.
Sabahtan akşama oturmak gibi.
Okey sesleri gibi.
Kirli masa örtüsü gibi.
Çocukken etrafımda dönmem kadar dünya, daracık kollarım gibi.
Taso gibi 2 boyutlu.

Benim yapmayı bilmediğim yemekleri sevmen gibi.
Sana hiç söylemediğim, ama almanı istediğim balonlar gibi.
Balonda seyahat etmek gibi.
Ateşin bitmesinden korkmak gibi, düşmek gibi.
Sevmek gibi.
Susmak gibi.
Yazmak gibi.
Yazmamak aslen, küsmek gibi.




3 Ağustos 2011 Çarşamba

Vahiy gibi, bir dinin açıklanması gibi yüzün.




Aklım saplantılarımla doğru orantıda.
Saplantım, parmakların gibi takıldı boğazıma.
Diğerlerinin orospu evlerinde harcadığın zamanı,
Ben uyuyarak geçirdim.
Bu yüzden gecelerdir uykusuzluğum.
Nasılsa martı bozamazdı denizin bekaretini ve kadınlığını!
O yüzden deniz özgür bıraktı martıyı ve orospu şahını.

Kan kokusundan bahsettik biraz.
Pasın bile eksikliğini hissederdim ya ben.
Kanım kokmazdı, tadardım.
Kan deyince sunulurdu gerdanlar
Damarın bile şahı !

Hiç aşktan bahsetmedik oturupta.
Çünkü hissettiğim hiç aşk olmadı.
Ben nefret etmeyi sevdim.

Güle güle demenin bile adabı vardı.
orospuçocuğu abad oldu!
Başkasının tükürüğünü hiddetle dişleyen kuldu.
Dinler seçip boynundan asılı kalırdı.
Arkasını kıbleye dönüp,
Ellerini birbirine kavuşturup,
Parmak ucunda kabul görmemiş dualar patlatırdı.

Sonra bahisler değişti.
Kavilleşildi.
Ladesler ucundan tutuldu.
Akıldaydı hep, kayıp olmasın diye unutulmadı.
Hatrı yıllara saymadık.
Hatırın için, iman tahtam sırat köprüsü.

Sancılarım vardı, doğum sancılarım.
Sahiplendiğim ağrılarım.
Hayaller doğuruyorum senden.
Benim kadar sahiplen!
Senin gölgende soluklanıyorum.
Seyrekleştirme yapraklarını.
Güneş vurursa gözüme;
Küfürbazım ben çokça çekilmezim.

Çocuk bahçelerinde, parklarda gibi şenim.
Dünyanın gömlek ucu avucuma verilmiş.
Sürüklenirim.
ve çocuk bahçelerinde intihar düşünülemez.
Özgürlüğe bir tur daha binmek içindi bütün yüz çizgilerim.
Bütün istasyonlar ve sarı çizgileri bana yol.
İneceğini bildiğim vagon önlerinde sarı çizgiden uzaklaşmam.

ve

Seni çizecek olsam hiç çizgi kullanmam.
Dokunmadan ve hissetmeden hiçbirşeyi anlatamam.
İlahi bir dinin gönderilişinin ilk açıklanması gibi yüzün.
Vahiy gibi.
Ama bildiklerimi herkesle paylaşamam.

Bana güven,
En son gülümsediğinde kimi öldürdüğünü benden başka kimse merak etmiyor.
ve kimse hatırlamıyor en son ölüşünde öldüğü bile belli olmayanları.
Sen sadece gel,
Sonbahar geliyor.
Yağmur yağacak, güzel şeydir.
Sen gel.
Biz diriliriz yeniden.
İsrafili bekleme sen gel.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Şimdi Sana Birkaç Şeyden Bahsedeceğim; Oldurdukların ve Öldürdüklerim




Eğer tanrı kendine bu kadar muhalefet olacağımı bilseydi ; peygamber gibi yağan yağmurun, avuç içlerini ıslattığı bir günde cumhuriyetimi ilan ettirmezdi.
Şimdi yukarıdan bağdaş kurmuş beni izliyor.
Ağzımdaki küfrün hazırlık aşaması.
İkimizin arasında çıkan arbede.
O bitiyor.
İkimiz uzaktayız. Aramızda çıkan çatışmalar ve iki kaşımın arasında patlayan bombalar.
Biliyorum cezamı itinayla kuşe kağıtlara kesiyorsun.
Ve kırılan baba hediyesi eski bir dolma kalem.
Koca dünyada yazısı en düzgün kadın bendim.
Sonra dünyam küçüldü, el yazım karıştı.
Kafamı ellerimle karıştırdım.
Ellerim karıştı.
Alın yazım karıştı.

Alnıma dokunduğunda midemde uçuşan kelebekleri öldürüp, iç kanamamı günlüğüne yazıyorsun.
Eski gazete parçalarıyla tampon uyguluyorsun.
Bu yardım ne ilk, ne de son.
Kadın demek; şiddet!
Kadın demek; şirret!

Kadın dedi; uysal..
Kadın dedi; huzur

Sen yoksan, huzursuzum.
Yarattın, bi isim taktın, oda Kadın.
Yoğurdun hamuru, içine şefkat kattın.

Ve birgün karşılaşacağımı bildiğin insanları sıraya dizdin.
Kimisinde kimyasallara boğdun beni.
Sonra en sonuncusunda; ilaçları reddetmeme neden göz yumduğunu öğrettin.
Kimyamın periyodik cetveliydi. Oldurdukların ve öldürdüklerim.
Hayır, göz çukuruma biriken sadece h2O ve Na2SO4 karışımıydı.

Aklımın sınırları dışında bir dünya katlediliyorken, kalbim katledilsin diye bir katili buyur ettim, jiletli telleri ağzımda döndürüp, mayınlarıma tek tek kendim bastım. Beni seve seve öldürecek birini tanıyorum artık Tanrım, bırakmasana beni.

Sırtımda bir hugo schmeisserin yapımı tüfek.
Çenemden beynime ulaşıyorum.
Kafama sıkıyorum.
Dur!
Kafamı sıkıyorum.
Hayır!
Canımı sıkıyorum.
Bekle!
Binalar yıkıyorum.

Kendimi sıkıyorum.
Bu nasıl hal Tanrım izin verme
İçimden çıkıyorsun
Kaçıyorsun, kaçma! Dur!

Bu yarışta şaha kalkmam için, bir ayakkabı bağcığı bağlayacak vaktim bile yok.
Kırılan atın bacağı, son duası kabul edilsin diye ağzında dinamitler patlamaya hazır.

Kırılan bir kalpten az önemsiz değildir, koşmasına engel kırık bacaklı at.
Ve elbet öleceğim, yanımda kal !

Yaşamak zorunda olduğum ismi lazım değil; en bilinçli ve birinci orospuydu.

Adem yıllarını havvaya kattığı anda minarelerden çocuklarını düşüren Hürrem Sultanlar.
Sonra durulurdular.
Adına camiler yapılıp ezanlar okunulan Mihrimah Sultanlar.

Hayır ikiside olamadım Tanrım.
Çok sevilmeme izin vermediğin için, hiçbirisi olamadım.
Eşitliğimize yapışmıştı katran karası sabah ezanı balgamları.
Korkmama izin verme dedim, elimdekileri de aldın!
Üzerimde onca insanın tütün kokusu.
Aklının azad edip, gözünün alabildiğine insan.
Yamalı ceketimin iç cebinde ezik büzük sigara paketi.
Ve elbet o sigaraları yakan kibrit, janti hayat yaşayanların sigarasınıda yakar.
Yalnız sökük bir koltuk altından sarkan ve muhafaza edilmek için unutulmaya yüz tutmuş hayaller var.

Kafasının olmadığını düşündüğümde endişelenmediğim kan bağlarım var, saç diplerimde.
Ve kısalan saçlarımdan siz sorumlusunuz!
Tek tek isim koyduğum her tel, sicim gibi yağacak.
Ve bu teori, sonsuz !
Saç tellerimde binlerce cambaz.

Bir zamanlar saçlarım belimdeydi, kalbimi beton ettim.
Bazı zamanlar saçlarım elimdeydi, sırtımı siper ettim.
Şimdi hepsi meçhulde, kendimi bir adama emanet ettim.

O alnımı öpüyor, ben sakallarını.
Kokusu kimse tarafından keşfedilmemiş gibi
Ve
Yılmış cüsseler, arka sokaklarda asılmış temiz çamaşırlar gibi. İki yakasını ilikler şuurumun, susmayan imam gibi.

Yerini beğenmediğim her düşünceyi, elimi kafama sokup tokatlıyorum.
Yer değiştiriyorum!
Eskiyenleri camdan aşağı, gözümden akan 21 yaş başımdan aşağı.

89 model bir içsel grevci.

27 Mayıs 2011 Cuma

Yangın için Dünya'daki son kibriti buldum. Yaktım, yandım.




Yeni bir dünya bahşedilmişti.
Dünyayı kökünden sökmeyi düşünürken.
Sonra bahşedilen dünya, kendi kökünü kurutmak için bahşedileni susuz bıraktı.

Bir kadın sesiyle irkildi.
Olanı ve bitecekleri anlattı.
Kadın uyuttu, yanında uyudu.
Uykuya daldı.
Yanında dünyası var sandı.
Göğsüne 3 öpücük kondurdu, koku tanıdık değildi uyandı.
Hayal kırıklarından yastık yaptı.
Kafasını kanata kanata uykuya geri döndü.

Uyu, uyan..
Uyu yada uyan
Ne farkeder.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Koluna bir yağmur bulutu çizmek ve gereken neyse o.


Bu cümleleri anlımı secdeye emanet ettiğim anda yazmayı isterdim.
Ama kırmızı bir koltuktan bağlanıyorum 7. kata.
Dua ederken içimde oluşan küfür etme isteğini bastırmak için, cevaplarımı doğru yerden seçiyorum.
Tek kusursuz konuşabildiğim Yaradan ise eğer, kendim ile konuşurken beni tek dinleyen de O'dur.

Ağladığım zamanlarda karşıma hep bir ayna alırım.
Yağmur bulutlarını tepemde toplar, yağdırmamak için ellerimle boğazlarını sıkarım.
Sonra ne kadar çirkinleştiğimi görünce, gülümserim.
Avuç içimde ki toprak yollar ıslansın, çamur-balçık olsun diye bütün elimle yüzümü silerim.
Elimde gezinen, çamurlarıma takılsın diye tüm bunlar.
Her zamankinden daha çirkin ve daha güzelim.

Harika geceleri yaşatmak istercesine her tarafı ayna ve dördüncü sınıf koltuklarla döşenmiş, konsomatrisleri ellemeye parası olmayıp, sadece seyredebilmeleri için oluşturulmuş küçük bir barı olan gündüz pavyonu gibi.

İşte bana biçtiğin zamanın yirmibirini ancak böyle tanımladım.
Geçirdiğim bu kadarlık adem yılında, hatırlayamadığım yıllar için bana destek olan uyutucu ilaçlarım,
Hatırladığım kısımda ise bana köstek olan bir parmak boyu beyaz kanatıcım var.
Duyuyor musun acaba beni?
Yapacağım herşeye izin vermen,
Beni yerle bir ediyor.
Tıpkı listeleri alt üst edemeyen şarkıların, hayatımı altüst etmesi gibi.

Dilim döndüğü halde, kurmaya üşendiğim onca cümle var.
Kaç kişi sordu ki; bu kadar yanlışı sen bir araya nasıl topladın diye?
Kaç kişi sordu da; ben anlatmadım ?
Bu kadar çok dinlemek zorunda bırakılmam benim yüzümden,
Yüzümden çıldırıyor herkes.
Anlatmak istemedim, çünkü üşendim.
Yanlışlar dağınıkken değil, benim çatımın altında toplanınca güzel göründüler kalp gözüme.
Sonra ben anlatmaya çalıştığımda dinlenmedim.
Bu sefer bağırmaya başladım.
Ama aklımdakileri değil, dilimdekileri.
İçimde kalan onca şey var,
Aklımdan gitmiş olan onca şey ama.
Hatırlamadığım.
Aslında kendimi ifade etmenin güçsüzlüğünü hiç tatmadım.
Tek problem benim devrik cümleler kurmam.
Ben hariç, herkesin dahil emir kipli cümleler kurmalarıydı.
Bunca hırsve servet, sırf her olguya muhalefet olma sevgisini içime zerkettiğinden.
Benim suçum yok, günahım var.
Ateşe dayanabileceğim kadar değil, ateşe sırtımı dayayacağım kadar günahım var !

Bu kadar yaratılan benim yüzüme boş bakarken ve söyleyebildikleri kadar yalanı incecik iplere dizerken,
Bir ipte binlerce cambaz oynatabilme ihtimalimi sevdim.
Ben hala konuşurken insanların gözüne bakabilme ihtimalimi sevdim.
Bu kadar bilinçsizliği kaç kere bir arada gördün?
Sana iş bırakmadan ben kendime uygun birkaç ceza kestim.
Ve omuzlarıma kondurduğun iki meleğe rüşvet teklif ettim !

Beni öyle iyi biliyorsun ki; iyi ki kimsenin omzuna melek diye otutturmadın beni.
Eğer melek olarak gönderilseydim dünyaya; kanatlarımın altında muhimmat saklar, kalabalıklara dalardım nefes alan canlı bombalarla.

Tamam ben saKİNim.
Beni sevdiğini ikimizde biliyoruz. Bu konu da bir vukuat çıkarmaya niyetli değilim.

Lakin olmadı.
Göklerde sallayacağım bir kızıl bayrağım yada sevmediklerimin eline tutuşturup sallandıracağım beyaz bayrağım olmadı.
Kendimi yarı yolda yere kapaklayacak durumlarda yok. Pes etmeyi bilmiyorum. Ama gitmeyi biliyorum.
"Beni yanınızdan ayırmayın, kaburgalarım çelikten ! Siper olurum ben !"
Korkmayın ! Gittiğim yok !

İlk görüşte tanıyamadığım, iyi insanlar var.
Son görüşte gözlerine parmak sokup ağlattıklarım.
Yanlışını yüzüne tokatla vurduklarım var.
Ortadan yürürken omuz atıp şarampole yuvarladığım,
Patikada yürürken omzuma buyur ettiğim insanlar var.

Gökyüzü bana zenci yüzünü göstermek için, hep kepenkleri açmamı bekliyor.
Benim dükkan hep boş.
Kimseye buyur yok.
Dükkanın biraz katil biraz garson görünümlü papyonlusu, hepinizin hayatından çalıyor, bütün çelişkilerinizi örümcek ağlarında barındırıyor.

Bana sesini yükselttikçe korktuğum ve ağzını elimle kapadığım bir kalbim var. Yumruk şeklinde bir kas öbeği.
Ve benim sol yumruğum sağlam değildir. Ben Muhammed Ali değilim !
Kalbimle sağa sola sıktığım serseri kurşunların sesi kesilsin diye susturucuyu taktığım anlar var.
Sesini yükseltmesi için yeterli olmayan kanım, dibine yaklaşamadığım en azgın nehirler gibi çağlayıp benden uzaklaştığı zaman peşinden koşacak takatim de yok. Ben Usain Bolt değilim !
Bir yerlerde bir aşığın himalayaları azar şimdi..
Ve ben bir omuzda mola vermişken, biri kulağıma bağırır.
"Farkında ol ! "

Koluma bir yağmur bulutu çizip, en sevdiğim sol lobu öpmek isteği içerisindeyim.
Belki sonra siktirolup giderim, yani gelirim.

17 Mart 2011 Perşembe

- Olayız - Mahaliz - Bizden - Hızla - Uzaklaşın!!! Ayın Kapısını Kırmak I



Dünyadaki 21 yıl 30. gününde ki bir Kadın.

Evlat edindiği ve gökten başına yağan kar tanelerini kucaklamayı düşünürken,
Kafasına düşmelerini ve üşüşmelerini dinleyip olay mahaline doğru yürüyor.
Saat 20:00 sularında, trafik lambasının yeşile çalıp kırmızıya suç attığı anda
Oradan defalarca kez geçtiği halde, keşfedilmemiş
ve sokak köpeklerinin fazla asosyal olduğu
bir gezegende,
Göz bebeğine ispatlanmış bir gövdeye
Parmak uçların da dolanıyor.
Bu 5 dakikalık zaman dilimi şiddetin tortusu.
Ve bu Kadın
O dövüşe hazır, yumruk şeklinde ki kalbini,
Hep yanlış yerde unutuyor.

Zamanı durdurmak adına çaba harcamasına gerek kalmıyor tonlarca et yığınının.
Peygamber sözü gibi akıyor hastanelik kanı kadının.
Bir adamın eli, işinin ehli kadının beline değiyor.
Mesleğinden elini çekip, eteğine misket doldururken gelecek vadeden bir katil yapıyor kadını bu eller.

Yürümesi gerektiğini hatırlayınca aklının cebinden kelepçe anahtarlarını çıkarıyor,
Dolanan kollarını çözüp yola koyuluyorlar.
Bilmediği bir yere gidiyor.
Gözleriyle ellerini kolaçan ediyor.
Hayır iki kişi hariç;
Hiç kimse titremiyor.
Sonunda ulaştığı yerde,
Bütün mevsimlerin rahmetli olduğu bir sabah ezanında titremeye başlayacağını bilmiyor henüz.

Herşeyi unutmasının aksine, üşümeyi asla unutmuyor.
Adamın yüzüne bakıyor, bir revolver gibi görüyor.
Cümle kuramıyor aslında.
Kafasında yer etmiş bütün kelimeler;
Kadının hayatında ki partizanlık görevini üstlenip, diline taş atıyor.
Bir zehir için, keskin bir ses tonuyla teklif sunuyor.
Ve böylece bir Tanrının kellesini uçuruyor,
Devşirme peygamberlerin söylediği herşeyi yalanlıyor.
Ruhun fenafillahı ilk nefeste gerçekleşiyor.

Üşümekten zevk alındığını ay üzerinde konaklayan iki kişi de biliyor.
ve kadın olay mahaline gelmeden önce,
Ay itinayla soğutuluyor.

Bir süreliğine ayı terkettikleri vakit,
Kapı üzerlerine kapanıyor.
Ama problem teşkil etmiyor bu, her yol darba çıkıyor !
Ayın kapısı gürültülü bir şekilde kırılıyor !
Zorla içine giriliyor !
Ayın sabrının sınırları uçsuz bucaksız olduğu için,
Hemen kucağını açıyor.
Zehirli bir battaniye sunuyor ikisine.

24 saatlik zamansızlığın, karanlık prelüdü bu kadarı.
Ama hissedilen nefesin ne kadarı ?
Kelime ve harflerin tasarrufu kendiliğinden gelişiyor
güzel kokulu bir sürü çocuk sahibi oluyorlar.

Ve hastalar doktoru kaybedip ortadan kaybolduklarından beri,
Ölmesi için hasta bakıcılar tarafından dua edilen kadının alnına,
Adamın nefesiyle yeni bir kader yazılıyor..

... Film yeni başlıyor.


Bir Adam'ın "Kara Bulut"u olmak esip, gürleyip göz üstünde kaş bırakmamayı gerektirdi.

Başlık: Aytuğ Tunal

4 Şubat 2011 Cuma

Çok benziyorlardı birbirlerine , çıkarıp portmantoya astığı ceketiyle.


Senden sonra düzgün biri olmama çabasına giriştim.
Giriştim,
Bütün dövüş teknikleriyle
Ağzında bombalar patlattım,
Kulağında isterik kadın çığlıkları.

Ölü kadınlar, sıcak kan ile ağda yaparmış.
Tenim hala pürüzsüz düşünsene.
Ve ölümünün üzerinden günler geçmiş kadar soğuk bu bedenin parmak uçları.
Kanım çekilmişti, kapıdan çıktığımda.
Hala gerginim. Hala beyaz.

"İyi biriyle daha tanışmama izin verme Tanrım. Kaldıramıyorum."

Çok hastalıklı bu öpüşmeler,
Benim yüzünden
Giderken hastalığın tamamına sahip olmak için bir kez daha öptüm 
Senin heyecandan, benim mide bulantısından dönen başım.

"Tahammül etmeme izin verme Tanrım. Kandıramıyorum."

Hard core sex tadında dövüşüp,
Sakince dağıttığımız kafam.
Şimdi soğuk parmak uçlarımla,
Saçlarımı, dağılan kafamı, dağılan yatağımı
Hepsini tek başına toparlamak zorundayım.
Etrafımdaki bütün orospuçocukları ve kuyruğunu boynuma dolayan kedim.
Aldığın kitaplar ve "Piç"
Hepsini toplarmalıyım.

"Dağılmama izin verme Tanrım. Toparlayamıyorum"

O kadar çok benziyordunuz ki birbirinize,
Çıkarıp portmantoya astığın ceketinle.
Seni içimden çıkarıp,
Boynundan astığım
Ağaç gövdelerinde.
İsimlerimizin baş harfi.
Ve altında bir ton küfür.

Günler sonra etleri köpekler tarafından liğme liğme edilmiş yakışıklı sevgilim.
Sanırım birbirimizi hiç özlemeyeceğiz.
Ne kötü birbirimiz için ölemeyeceğiz.
Oysa ben seni o yatağa gömüp,
Tanrınla arana girmeyi planlıyordum.

"Ağzımı bozmama izin verme Tanrım. Kendimle başa çıkamıyorum"

En istediğimdi kafanı gövdenden ayırıp, onunla yaşamak.
Siktirolup gideceğini tahmin ediyordum da,
Kafan bende kalır diyordum.
Aklına gelmişmiydi hiç beni burada bırakmak?
Arkana bakmadın ki, arkamı döndüğümü göresin.

"Yönünü bulmasına izin verme Tanrım. Her yolu bana çıkıyor"

Hayatımızın protestosunu yaptık biz.
Öpüştük ayrıldık.
Bir daha konuşmayacağımızı söyleyince, konuşmayı unutacağımızı sandık.
Kelimeler çoğaldı ve bir sürü kadın dünyaya domaldı.

Her sevgiliyi bilinçsiz yarattım, ad koymaya gelince verdiğim canı geri aldım.
"Tanrım Tanrı olmak hiç kolay değilmiş. İzin verme. Yalnızlık konusunda konuşup anlaşalım. İzin verme hiçbirşeye izin verme!"

3 Ocak 2011 Pazartesi

Bütün Kadınlar Dahil Ben Hariç, Dünyadan Arınmak İçin Regl Olup, İntihar Süsü Verdiler.


Antika radyo iniltileri eşliğinde,
Sırada ki cinnet çığlığı size gelsin.

Yüzünüzde ki her çizginin bir piç kurusuna giden yol haritası olması.
Yamacın sonunda yatak, çarşaf ve fahişe kadın.
Aşık olunan adamın omzunda size ait olmayan dudaklar.
Elinizde ki avcı bıçağı doğranacak kadınlar.
Sol elinizde ki bitmek üzere olan sigara,
Sayesinde çatallaşmış ses ve brutal ses telleri.
Dibinde durduğunuz ağacın en uzak dalından saç telleriyler idam etmek adamı.

Çığlıklar çok hala sıcak, çok fazla uzaklamış olamazlar!
Hani kadını o yatakta ölü bulmak düşüncesi bile çıldırtıyordu sizi.
Ölümü bir çift beyaz elden olsun diye;
Tanrı'yla konuşup dua ateşi açmak.
Tanrı'yla konuşup dua ateşi
Tanrı'yla konuşup dua
Tanrı'yla konuşup
Tanrı'yla

...işbirliği yapmak buna denir.
Yollar açık.
Hamile bir kadının istenmeyen bebeği bar tuvaletinde düşürmesi gibi,
Düşüyordun üstüme.
Tuvalette düşürülen bir cenin pozisyonunda;
Sarılıp bacaklarıma oturuyordum yatağın üstüne.

Perde hep açık,
Kedi yanıbaşımda olan bitenden haberdar.
Havalar çok sert bu aralar.
Senin yumruğundan sert.
Benim bakışlarımdan sert.

Duyabileceğin ses tecavüze uğrayan kadının çığlıklarından daha sert,
Ya da seni öldürmeye meyilli kadının nefret dolu konuşmalarından.
Herşey çok sert.
İsterik bir erkeğin erekte halinden dahi daha sert.
Hiçbirşeyle bağdaştırma.

Sen ve kaltakların üstüme geliyor olsanız ve üstünüze yürüsem.
Bozuluyor tüm niyetler, hiçbirisi iyi değil.
Sağlık yersiz,
Doktor beni seviyor her gidişimde yeniden görmek istiyor.
İşe yaramayan ilaçlar gibi hayat
İntihar için alınanlardan.
Ve bilinir ki ağrı kesiciyle ölünmez.

Tanrıyla işbirliğimden sana bahsettim.
Seni yeniden yaratmasını önerdim,
Noksanlarını tamamlamak adına.
Yoksa yine Tanrıyla aramız bozulacaktı,
Ruh sağlığım adına.


Hala arkandan konuşuyorsam,
Uyuyunca rüyalarıma aynı zırhlı,
Hepsi birbirine benzeyen eski sevgililerim giriyorsa;
Uyandığımda besmele çekip sana küfrediyorsam,
Bil ki hala hıncımı alamamışım.

Bil ki bu nefes ensende hissedilecek.
Bil ki bu nefes ensende
Bil ki bu nefes
Bil ki bu
Bil ki

.. nefesini ellerimle keseceğim.

Yatağın üzerinde sırtını bana dönüp oturan adam
Ve elimi uzatıp sigarana ortak olmam.
Evet yatakta sigara içen o tembel kadın benim.
Kalkınca makyaj yapan süslenen.

Evet
dünyadaki
Bütün kadınlar dahil,
Ben hariç
dünyadan arınmak için regl olup intihar süsü verdiler.
Ben şimdi seni öldürüp intihar süsü vereceğim.
Sonra seni yeniden doğurup
yarın ki haline şükredeceğim.

Tanrım ve aklımla arama girme.