9 Eylül 2011 Cuma

Eline büyük gelen susturuculu bir silah sesi veya bir tank gibi kuvvetli ve heybetli adamın kulak dibindeki hırıltılı sesi.



Biraz öfkeliydi kadın,aynaya bakınca öfkesi dudak kenarındaki ve göz çevresinde ki çizgilere odaklanıyordu.
Çünkü mutluluk kırışıklıklarını su ve tuz karışımıyla doldurmuştu. Yüzünden çıldırıyordu!
Anlatacakları kadardı kendine susması, kendi sesini unutmuştu.
Yakılacak mumları olmayan bir doğum günü pastası gibiydi, üzerine sigara yaktığı..
Canını yakıyordu veya aklını kaçırıyordu!
Sert birşeylerdi aklından geçen.
Eline büyük gelen susturuculu bir silahın sesi yada bir tank gibi kuvvetli ve heybetli adamın kulak dibinde ki kısık-hırıltılı sesi gibi.
"Eğer bir yatakta ölü bulunursam?" diye düşündü, ilk annesi üzülecek, sonra herkes duyacak.
Yüz ifadelerini göremeyeceği için yattığı yataktan kalkabilmeyi umdu.
Bir battaniyenin kokusu umuduydu nasılsa.
Burnu akan iki sevgilinin limon ve ıhlamuru ummasıydı bir battaniye altında
2 şişe şaraptı, ucuzundan kafa kaybettirip, kafa bulduran.
Kahkahalı bir ilan-ı aşktı ve korkuydu.
Bir şarkıyı ezberler gibi, kendine beddua beğeniyordu dillerden.
Tek başına sırtlandığı, üstlendiği ve kırbaçlandığı bütün kötü hisleri benimsedi.
Zaman geçmiyordu. Şimdiki zamanı sindire sindire yaşıyordu.
Fırsatlar topuklarını kıçına vura vura kaçıyordu.
Fırsatları bileğinden yakalamak için kendinden geçiyordu, içinden geçiyordu.
Sadece bir el.
Uzanabilecek tek bir el vardı.
Yapılmamış kardan adamın anlamını barındıran tek bir el vardı uzanabilecek.
Tırnakları çok terbiyesizce uzamış ve ağzı kadar bozuk kırmızı ojeleri.
Evet, elleri vardı kadının.
Hava soğuyunca güzelleşen ve moraran.
Ölmüştü ama gömülmeyi reddetti!
Düzeltmesi gereken ve sorumlu olduğu bir hayat,
Hayatın eşittirine koyduğu bir adam vardı.
Bekle kadın!
Ay kapılarını açacak!
İçindeki küçük kıza kıyama ve elinden tut!
Ay'da oturup bir bardak çaya bisküvi batırıp, aşağı tüküreceksiniz.
Bekle kadın!
Ağzı barut kokuyor.
Adam elini sana ısıtıyor, gelecek zaman yakın.


2 yorum: